Men Sabere Zafire (Hazreti Rabianın Örnek Hayatı )
Mısır'da direnişçilerin Râbia Adeviyye meydanını mekân tuttuğunu biliyorsunuz. Şüphesiz içinizden merak edenler olmuş Rabia tül Adeviyye hazretleri hakkında okumuştur. Müsaade ederseniz birkaç kelime de biz yazalım satırlarımız bereketlensin onun nurlu adıyla…
Hazret-i Rabia, Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) sohbetlerine kavuşamasa da sahabe-i kiramın hayatta olduğu devre ulaşıyor. Ki biz tâbiîn diyoruz onlara.
Babası üç kızı olan Basralı bir garip, bir kızı daha olunca ona Rabiâ (dördüncü) adını veriyor. Elde yok, avuçta yok zahire bakılırsa aileyi sıkıntılı günler bekliyor. Hanımı "bari komşuya git de biraz kandil yağı iste" diyor. O güne kadar kuldan bir şey istemiş değil, gidiyor ama yine isteyemiyor. Eli boş dönüp boynunu büküyor. Mahzun mahzun uykuya dalıyor. Rüyasında kimi görse iyi… Bir bakıyor yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Serverin huzurunda.
Efendimiz ona "üzülme Rabia öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek" buyuruyor. Şimdi eline bir kâğıd al ve Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a hitaben yaz: "Sen her gece Resulullaha yüz salevât-ı şerîfe gönderirdin, dün gece unuttun. Keffâret olarak, bu yazıyı getiren zâta şu kadar altın bağışla!"
Resulullah efendimizin emriyle yazılmış bir mektup. Kim heyecanlanmaz ki Vâli heyecanlanmaya… Eh ailenin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor tabii, Rabia da Basra alimelerinden dersler alıyor. İlim ve hikmetle donanıyor.
Ancak daha çocuk yaşlarda anne ve babasını kaybediyor. Ablaları evlenip uzak diyarlara gidiyor. Kalıyor mu koca Basra'da bir başına… Nasıl da kıtlık var o yıllarda…
Derken efendim esir tüccarının biri garibi yakalayıp zincire vuruyor, nasıl olsa arayanı soranı yok, malı gibi pazara çıkarıyor. Altı gümüşe bir ihtiyara satıyor. Evin bütün işini küçük kız görüyor. Çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik, omuzlarına çöküyor. Gün boyu oturmuyor, ihtiyar bir şey emreder diye ayakta bekliyor. Allahü teãlânın takdiri deyip sabrediyor. Sahibinin bir dediğini iki etmiyor.
Bu arada gündüzleri oruç geceleri ibadet ile geçiriyor. Öyle takva ehli ki bir gün eve gelen yabancıya görünmemek için sakınırken düşüp kolunu kırıyor. Tabii kimse onu hekimlere götürmüyor, kolu merhemlerle ovulup, sarılmıyor. Bir yandan işine devam ediyor bir yandan kırık kemiğinin acısına katlanıyor. Tek dileği Rabbinin rızası, sadece iyi bir kul olmaya çabalıyor.
Efendisi bir gece uyanıyor Rabia'ya kandil verdiğini hatırlamıyor ama odasından hüzme hüzme ışık sızıyor. Hazret-i Rabia ellerini açmış "Ya Rabbi" diyor, "eğer elimden gelse, sana ibâdetten bir ân geri kalmam. Lakin hizmetini görmem gereken insanlar olmasa…
Başının üzerinde bir kandil, zincirsiz urgansız havada duruyor...
İhtiyar bakıyor kölesi çok farklı, onu azat ediyor.
Rabia bir kulübe bulup yerleşiyor, bir yırtık hasır, bir kerpiç yastık, bir tabak ve bardak ediniyor.
Günlerini taatle geçiriyor. O gün oruçlu ve tam bir haftadır bir şey girmemiş boğazına. Kapı çalınıyor biri yemek getiriyor. Gidip mumu alayım derken kedi yemeği döküyor, kurtarayım derken bardak kırılıyor, bardağa yöneliyor, mum sönüyor.
Sabır sabır sabır…
İnsan derdini sever mi? O seviyor. Zaten kefenini seccade yapan bir zahide, "olacağı olmuş bilmeli" deyip ölüme hazırlanıyor. Basra'nın zenginleri onu saraylarda kasırlarda yaşatacak güçte ama kimseden bir şey istemiyor.
Hatta halini Allahü tealaya bile arz etmekten hicap duyuyor. "Öyle ya O zaten biliyor…"
Hakk Teâlâ neyi nasıl dilediyse ben de onu istiyorum' diyor. Ve mana yolunda yürüyüp manevi mertebelere kavuşuyor.
Onun derecesini şuradan anlayın ki Hasen-i Basri, Süfyan-ı Sevri ve Malik bin Dinar gibi büyükler feyzinden hissedar olmaya çalışıyor.
Râbia-tül Adeviyye, "Niye evlenmiyorsun?" diye soranlara. "Acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim? Kıyâmet gününde amel defterim ne taraftan verilecek? Bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, ben hangisinde bulunacağım? Söyleyin böylesine büyük dertleri olan biri nasıl hizmet etsin kocsına?
Hazret-i Rabia'nın hacc seyahati de çileli geçiyor. Açlık, susuzluk, dermansız dizler, ölen merkep, kaybolan kafile…
Yine aczini hissediyor. Yine sabrediyor!
Ethem Mahmut Ziya
Mısır'da direnişçilerin Râbia Adeviyye meydanını mekân tuttuğunu biliyorsunuz. Şüphesiz içinizden merak edenler olmuş Rabia tül Adeviyye hazretleri hakkında okumuştur. Müsaade ederseniz birkaç kelime de biz yazalım satırlarımız bereketlensin onun nurlu adıyla…
Hazret-i Rabia, Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) sohbetlerine kavuşamasa da sahabe-i kiramın hayatta olduğu devre ulaşıyor. Ki biz tâbiîn diyoruz onlara.
Babası üç kızı olan Basralı bir garip, bir kızı daha olunca ona Rabiâ (dördüncü) adını veriyor. Elde yok, avuçta yok zahire bakılırsa aileyi sıkıntılı günler bekliyor. Hanımı "bari komşuya git de biraz kandil yağı iste" diyor. O güne kadar kuldan bir şey istemiş değil, gidiyor ama yine isteyemiyor. Eli boş dönüp boynunu büküyor. Mahzun mahzun uykuya dalıyor. Rüyasında kimi görse iyi… Bir bakıyor yüzü suyu hürmetine kainatın yaratıldığı Serverin huzurunda.
Efendimiz ona "üzülme Rabia öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek" buyuruyor. Şimdi eline bir kâğıd al ve Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a hitaben yaz: "Sen her gece Resulullaha yüz salevât-ı şerîfe gönderirdin, dün gece unuttun. Keffâret olarak, bu yazıyı getiren zâta şu kadar altın bağışla!"
Resulullah efendimizin emriyle yazılmış bir mektup. Kim heyecanlanmaz ki Vâli heyecanlanmaya… Eh ailenin ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyor tabii, Rabia da Basra alimelerinden dersler alıyor. İlim ve hikmetle donanıyor.
Ancak daha çocuk yaşlarda anne ve babasını kaybediyor. Ablaları evlenip uzak diyarlara gidiyor. Kalıyor mu koca Basra'da bir başına… Nasıl da kıtlık var o yıllarda…
Derken efendim esir tüccarının biri garibi yakalayıp zincire vuruyor, nasıl olsa arayanı soranı yok, malı gibi pazara çıkarıyor. Altı gümüşe bir ihtiyara satıyor. Evin bütün işini küçük kız görüyor. Çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik, omuzlarına çöküyor. Gün boyu oturmuyor, ihtiyar bir şey emreder diye ayakta bekliyor. Allahü teãlânın takdiri deyip sabrediyor. Sahibinin bir dediğini iki etmiyor.
Bu arada gündüzleri oruç geceleri ibadet ile geçiriyor. Öyle takva ehli ki bir gün eve gelen yabancıya görünmemek için sakınırken düşüp kolunu kırıyor. Tabii kimse onu hekimlere götürmüyor, kolu merhemlerle ovulup, sarılmıyor. Bir yandan işine devam ediyor bir yandan kırık kemiğinin acısına katlanıyor. Tek dileği Rabbinin rızası, sadece iyi bir kul olmaya çabalıyor.
Efendisi bir gece uyanıyor Rabia'ya kandil verdiğini hatırlamıyor ama odasından hüzme hüzme ışık sızıyor. Hazret-i Rabia ellerini açmış "Ya Rabbi" diyor, "eğer elimden gelse, sana ibâdetten bir ân geri kalmam. Lakin hizmetini görmem gereken insanlar olmasa…
Başının üzerinde bir kandil, zincirsiz urgansız havada duruyor...
İhtiyar bakıyor kölesi çok farklı, onu azat ediyor.
Rabia bir kulübe bulup yerleşiyor, bir yırtık hasır, bir kerpiç yastık, bir tabak ve bardak ediniyor.
Günlerini taatle geçiriyor. O gün oruçlu ve tam bir haftadır bir şey girmemiş boğazına. Kapı çalınıyor biri yemek getiriyor. Gidip mumu alayım derken kedi yemeği döküyor, kurtarayım derken bardak kırılıyor, bardağa yöneliyor, mum sönüyor.
Sabır sabır sabır…
İnsan derdini sever mi? O seviyor. Zaten kefenini seccade yapan bir zahide, "olacağı olmuş bilmeli" deyip ölüme hazırlanıyor. Basra'nın zenginleri onu saraylarda kasırlarda yaşatacak güçte ama kimseden bir şey istemiyor.
Hatta halini Allahü tealaya bile arz etmekten hicap duyuyor. "Öyle ya O zaten biliyor…"
Hakk Teâlâ neyi nasıl dilediyse ben de onu istiyorum' diyor. Ve mana yolunda yürüyüp manevi mertebelere kavuşuyor.
Onun derecesini şuradan anlayın ki Hasen-i Basri, Süfyan-ı Sevri ve Malik bin Dinar gibi büyükler feyzinden hissedar olmaya çalışıyor.
Râbia-tül Adeviyye, "Niye evlenmiyorsun?" diye soranlara. "Acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim? Kıyâmet gününde amel defterim ne taraftan verilecek? Bir grup Cehennem'e ve bir grup Cennet'e giderken, ben hangisinde bulunacağım? Söyleyin böylesine büyük dertleri olan biri nasıl hizmet etsin kocsına?
Hazret-i Rabia'nın hacc seyahati de çileli geçiyor. Açlık, susuzluk, dermansız dizler, ölen merkep, kaybolan kafile…
Yine aczini hissediyor. Yine sabrediyor!
Ethem Mahmut Ziya
Yorumlar
Yorum Gönder