Ana içeriğe atla

Seçim Kampanyası


MERHUM Adnan Menderes 1950 seçimlerini yüzde 53 oyla kazanmış, Meclis’teki 487 sandalyeden 416’sını almıştı!

Başbakan Menderes 31 Mayıs’ta hükümet programını okudu; ayrıntılı, dolgun bir programdır. Tek Parti’den kalan anti demokratik kanunları değiştirmeyi, bu yönde anayasa değişikliği yapmayı vaad ediyordu.

1955’e kadar olan dönem, gerçekten de ekonominin ve özgürlüklerin gelişmesinde “Demokrat Parti’nin altın yılları” olacaktı...

Sonra kutuplaşma keskinleşecek, otoriterleşme başlayacaktı.

KUVVETLER BİRLİĞİ

31 Mayıs 1950, Meclis’te Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı kürsüdedir. Anayasa’da demokratik değişiklikler yapılmasını elbette olumlu karşılıyor fakat diyor ki:

“Ama bu anayasanın hangi yönlerde değiştirileceğine dair hükümetin programında bir açıklık görmemekteyiz. Mevcut anayasa kuvvetler birliği esasına dayanmakta ve vatandaş hak ve hürriyetlerini gereği gibi teminat altına almamaktadır. Fakat bu anayasada, bu teminatın elde edilebilmesi için hangi yönlerde değişiklikler yapılacaktır? Çift Meclis mi? Anayasaya aykırı kanunları iptal edecek bir yüksek mahkeme mi kurulacaktır?”

Bölükbaşı’nın ardından Menderes’in partisinden Zonguldak mebusu Muammer Alakant, Tek Parti devrinin temel sistemi olan kuvvetler birliğini savunan bir konuşma yapacak, Bölükbaşı’nın daima kuvvetler ayrılığını savunmasına karşılık iktidardaki DP maalesef kuvvetler ayrılığını benimsemeyecekti. Bütün milletlerin demokrasi tarihinde temel kavramların netleşmediği böyle gri aşamalar vardır.

GEÇEN YETMİŞ YILDA

Sonrası uzun hikâye, özeti bile buraya sığmaz. Geçen yetmiş yılda darbeler oldu, iki defa anayasayı değiştirdik ve birçok defa anayasada değişiklikler yaptık. Son olarak da sistemi değiştirdik.

Anayasa yapımları da sistem değişikliği de geniş yelpazenin katılımıyla olmadı.

Referandumda ucu ucuna kabul edildi.

Halbuki Başbakan Yıldırım’ın söylediği gibi, sağlıklı olan, anayasa ve sistemlerin “kahir ekseriyet” yani ezici çoğunluk tarafından benimsenmesidir. (25 Temmuz 2016)

Aksi halde gerilim ve kutuplaşma artıyor; 1958’e kadar Fransa da böyleydi.

Elbette Türkiye başarılı gelişmeler de kaydetti ama işte demokrasimiz de ekonomimiz de bizden sonra yola çıkan Güney Kore’nin gerisinde.

İstiyorum ki, Cumhurbaşkanı adayları ölçülü bir dille, soyut sözler yerine somut konuları konuşarak bizi 24 Haziran seçimlerine götürsün.

HUKUK, EKONOMİ, ŞEFFAFLIK

11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “geniş bir mutabakat” gerçekleşmediği için aday olmayacağını açıkladı.

Gül’ün adaylığını engellemek için 2012’de seçim yasasına geçici madde konulmuş, Anayasa Mahkemesi eşitliğe aykırı bularak bozmuştu. (Karar No: 2012/96)

Her neyse, işte neticede mesele kapandı. Bir de siyasi gözlüğümüzü çıkararak bakamaz mıyız? Gül açıklamasında, “Hamasetin, karşılıklı hakaretlerin siyaseti esir aldığını görüyoruz” dedi.

Gül’ün şu sözlerinin altını çizdim:

“Türkiye’nin geleceği güçlü bir demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, kuvvetler ayrılığı prensibinin gerçekleşmesinden, temel hak ve özgürlüklerin, evrensel nitelikli standartların uygulanmasından, liyakat, şeffaflık, hesap verebilirlik ilkelerinin hâkim olduğu bir düzenden ve sistemden geçmektedir.”

Evet, 1950’den yetmiş yıl sonra hâlâ kuvvetler ayrılığı, evrensel standartlarda hukuk, özgürlük ve adalet ihtiyacındayız.

Madem bizden sonra gelen Güney Kore bizi çok geçti...

“Kim” suçlu diye sizden, bizden kavgası yapmak yerine; hukukta, ekonomide, demokraside “nasıl” ileri gidebiliriz diye konuşmanın, müzakere etmenin zamanı değil mi?

Yorumlar