FATİH Sultan Mehmet’in Topkapı’daki hünkâr hamamının külhanı bulundu, ısı ve su mühendisliği incelenecek tabii.
Çok emek ve para harcanan “Mehmed, Bir Cihan Fatihi” dizisinin final bölümü yayımlanıyor. Kenan İmirzalıoğlu, Fatih rolünü çok iyi oynuyordu.
Fatih, ne sebeple olursa olsun, kamuoyunun gündemine geldiğinde umuyorum ki merak ve okuma hevesimiz gelişsin...
Elbette eskisi gibi değiliz, okuyanlarımız artıyor ama hâlâ hamasi hayalleri tarih sananlarımız az değil.
Fatih’i çok önemsememin sebebi, İstanbul’u fethetmesi ve bunun doğurduğu muazzam sonuçlardan ibaret değildir. Tarihçi Ahmet Yaşar Ocak ‘Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler’ adlı kitabında Fatih için “bilimsel merakı çok gelişmiş” ve “keskin bir entelektüel zekâya sahip” gibi nitelemeler yapıyor. Fatih’in kumandanlığı kadar önemlidir bu.
BİLİM TARİHİMİZDE FATİH
Adnan Adıvar ‘Osmanlı Türklerinde İlim’ adlı kitabında, medresede akli ilimlerin önemsenmediğini anlatarak şöyle yazıyor:
“Bununla birlikte Fatih’in tahta çıkmasıyla beraber, müspet ilimlerin değilse bile felsefi ve ilmi düşünüşün Osmanlı Türklerinde geliştiğine şahit olmaya başlıyoruz.”
Bütün bilim tarihçileri İslam’da felsefi ve bilimsel düşünce dinamizminin çeşitli siyasi ve sosyolojik sebeplerle, 13. yüzyılda duraklamaya girdiğini, Osmanlı’ya da kalıplaşmış medrese geleneğinin intikal ettiğini yazıyorlar; temel mesele budur.
Fatih, bunu aşabilmek için bir ışıktı; onun İstanbul fethi kadar önemli yönü budur.
İslam düşüncesinin canlılık döneminde Gazali ile İbn Rüşd arasındaki ünlü “tehafüt” tartışmasını canlandırmak istemesi bunun bir örneğidir.
Fatih, antik Yunan felsefesine ilişkin eserleri de tercüme ettirip okuyor, tartışıyordu.
RÖNESANS VE FATİH
Fatih’in İtalya’daki Rönesans’a duyduğu ilgi konusunda çok araştırma var fakat özellikle Beşir Ayvazoğlu’nun ‘Dar Kapı’ adlı kitabındaki makaleleri okumak lazım.
Ayvazoğlu, “İslam’da resim yasağı” denilen geleneğin güçlü olduğu zamanlarda Fatih’in İtalya’dan ressamlar getirdiğini ve portreler yaptırdığını anlatarak şöyle yazıyor:
“Fatih’i üstün ve farklı kılan, kendini sadece Türk hakanı ve Müslümanların sultanı olarak değil, aynı zamanda ‘Kayser-i Rum’, yani Roma İmparatoru, dolayısıyla Roma’nın varisi olarak görmesi, daha da önemlisi Avrupa’da olup bitenleri yakından takip etmesidir.”
Medreseye akli ilimleri ders olarak koyduran da Fatih’tir.
Fakat ondan sonra bir ilgisizlik, ardından da içe kapanma gelecekti.
Fatih’in evrensele yönelik ufku zihinlerde devam etseydi, Doğu ve Batı’nın büyük sentezi yolunda filozoflar, düşünürler, edebiyatçılar ve sanatçılar çıkmaz mıydı?
Bu zaaf, ta 19. yüzyılda modernleşmenin de taklitlerle ortaya çıkmasına sebep olacaktı.
RESİM VE HUKUK
Resim deyip geçmeyin. Perspektifli resim bir “tabiata bakış” olayıdır. Ayvazoğlu’nun kitabında Yahya Kemal ve Mehmet Âkif’ten yaptığı alıntılar, onların deyişiyle “bizde resim olsaydı” edebiyatımızın ve düşünce hayatımızın daha da gelişmiş olacağını anlatıyor.
Önemli bir başka husus da Fatih’in eski kabile ve feodalite geleneklerini aşarak “merkezi devlet”in temellerini atmasıdır. Bu, Türkiye’de devletin kurumlaşmasını, fetva geleneği dışında güçlü bir “kanunname” geleneğinin oluşmasını sağladı. 19. yüzyıldaki hukuki modernleşmemizin meşruiyet zeminini de hazırladı.
Bu konuda Halil İnalcık hocamızın ‘Osmanlı’da Devlet, Hukuk ve Adalet’ adli kitabını tavsiye ederim.
Tarihe biraz da bu açılardan bakalım
Yorumlar
Yorum Gönder